Anadolu’da pek çok aşk hikâyesi anlatılır. Bu hikâyelerde sevenler kimi zaman kavuşmuştur, çoğu zamanda kavuşamamıştır. Kimi hikâyede zengin ve fakir ayrımı, kiminde de toplum içinde statü farklılıkları ayrılıkların, acıların, hasretin ve gözyaşlarının sebebidir. Aşağıda anlatılan hikâye de Anadolu’da yaşanmış bir aşk hikâyesidir. Bu hikâyede farklı olan aileleri Balkanlardan göç etmiş iki Pomak gencin aşk hikâyesidir. Bu aşk hikâyesinde acı veren ve ayrılık sebebi ne zenginlik, ne de toplum içi bir statü farkıdır. Gelelim hikâyemize;
Balkanlar kan
ağlıyor, 93 harbi olarak bilinen tarihin en vahim, en kanlı savaşı. Belki de bu
tarihe kadar yaşanan savaşlarda, bu kadar masum insanın kanı dökülmemişti, canı
yanmamıştı, yaşadığı topraklardan koparılmamıştı, insanlar inançları ve ırkları
nedeniyle katledilmemişti. Zayıf düşmüş bir imparatorluğun topraklarını sırtlanlar
saldırıyor, her bir yerinden et parçası koparır gibi topraklar koparılıyordu.
İşte bu can pazarından canlarını kurtarıp çocuklarına yeni bir hayat kurmak
için Bulgaristan’ın kuzey batısında bulunan, Tuna nehrinin hemen yanı başında
verimli, yemyeşil topraklarda yer alan Vratsa eyaletinin; Rahva (Oryahovo),
Byala Salatina, Popitsa bölgesinden göç ettiler. Göç sırasında yaşanan
sıkıntılar, hastalıklara rağmen, dili ve kültürü yabancı topraklarda
filizlenerek yeni bir hayata merhaba demek istiyorlardı. Göç eden kafileler içinde kimi aileler, daha
önce göç etmiş yakınlarının yerleştikleri yerlere sığınıyor, kimi de daha
güvenli bölgelere gitmek üzere Anadolu’nun içlerine doğru yolculuklarına devam
ediyorlardı. İşte hikâyemizin kahramanları da, Trakya, Biga, Gönen (Hasanbey) derken, Eskişehir’in Beylikova Uzunburun
Köyüne gelip yerleşen ailelerin torunlarıdır.
Hikâyemizin
kahramanı Mustafa Kemal daha küçüktü, etrafında olan biteni anlamaya çalışıyor,
anne Zümride, baba Mehmet kendilerine Bursa, İnegöl’de yeni bir hayat kurmak
için çabalıyorlardı. Ancak oradan oraya savrulan yokluklar içinde yaşamaya
çalışan Mustafa Kemal ve ailesinin acıları bitmemişti. Sırtlanlar durmuyor,
Anadolu topraklarını da tehdit ediyorlardı. Gidecek yerleri, güçleri
kalmamıştı. Sığındıkları topraklardaki kardeşleriyle birlikte bu sığındıkları
toprakları koruyacaklardı. Baba Mehmet, bu topraklarda yaşayan insanların
özgürlüğü için eşi Zümride ve çocuğu Mustafa Kemal’i bırakarak Kurtuluş Savaşına
katılmak üzere yola düşmüştü. Günler geçti, cepheden hiç iyi haberler gelmiyordu.
Sanki çekilen acılar yetmiyormuş gibi, aileye yeni bir acı haber daha geldi, baba
şehit düşmüştü. Bir anne ve bir çocuk yapayalnız kalıverdiler. Tüm bu acılar
yetmiyormuş gibi hayat acımazsız yönünü tekrar gösterdi, Mustafa Kemal’in
annesi hastalandı ve vefat etti. O küçük, daha hayatın başındaki Mustafa Kemal,
hem yetim, hem öksüz kalmıştı. Ona bakacak kimsesi kalmamıştı. Etrafındaki
insanlar bir şekilde Uzunburun Köyünde yaşayan dayısına haber ulaştırdı.
Çocuğun ortada kaldığını, bakacak kimsesinin kalmadığını söylediler.
Mustafa
Kemal’in dayısı onu derhal yanına aldı. Dayısının yanında, kimsesiz çocuğun birçok
abisi ve kardeşi oldu. Yetişti, serpildi ve genç, yağız bir delikanlı olarak
yaşadığı köyde boy göstermeye başladı. Gün geldi genç bir kız gördü. O kızın
adı Asiye idi. Hani hep anlatırlar ya, ilk görüşte aşık olma diye. İşte tam da
öyle oldu. Gün geçtikçe birbirlerine bağlandılar, sevgileri perçinleşti.
Mustafa Kemal, sevdiği kızı istemesi için büyüklerine açıldı. Ancak sevgilerinin
önünde büyük bir engel vardı. Göç eden bu insanlar, geldikleri topraklardan örflerini, adetlerini, kültürlerini ve dillerini de getirmişlerdi. Akraba bağı
olan gençler birbirleri ile evlenemez, sevgisi sadece kardeş sevgisinden öte
gidemezdi. Öyle ki, uzaktan veya yakından akrabalık bağı olduğu bilinmesi bile böyle
bir evliliğin önünde en büyük engeldi ve kesinlikle evliliklerine müsaade edilmezdi.
Yedi kuşak akraba bağı olanlar birbirleri ile kardeş gibi yetiştirilir, o gözle
bakılırdı. Ancak Mustafa Kemal ve Asiye’nin aşkı tüm bunları unutmuş, birbirlerini
deliler gibi sevmişlerdi. Mustafa
Kemal’in yakınları buna şiddetle karşı çıkmışlardı. Tabi ki Asiye’nin ailesinin de
kulağına gitmişti bu aşk. Onlarda aynı tepkiyi göstermişlerdi. Ancak gençlerin
gönlü ferman dinlemiyor, her geçen gün birbirlerine olan sevgileri artıyordu. Ailelerinin
karşı çıkmaları nedeniyle bir araya gelemeyeceğini anlayan genç aşıklar, birlikte kaçmaya karar verirler. Ancak ne gidecek bir yerleri, ne de
paraları vardı, onlar her şeyi göze almışlardı. Mustafa Kemal Asiye’yi, yaşadığı
eve alır getirir. Evde kıyamet kopar, Asiye’nin ailesi kızlarının kaçtığını
anlayınca Mustafa Kemal’in evinin kapısına dayanırlar. Zorla Asiye’yi kolundan
sürükleyerek alır götürürler. Asiye’yi uzun süre dışarı çıkartmazlar. Kaçma
fikrinden vazgeçmeyen genç aşıklar tekrar kaçmayı denerler, ancak yine hüsranla
sonuçlanan kaçma sonunda Asiye, tekrar evine zorla getirilir. Asiye’nin ailesi bu sevdanın önüne
geçemeyeceğini anlayınca, kızlarını istememesine rağmen başka biriyle evlendirmişlerdi.
Mustafa Kemal ve Asiye kahrolmuşlardı. Onlara ayrılık bir zulümdü, sanki bütün
dünya bu iki genç aşığın karşısına dikilmiş, sonsuza kadar bir araya
gelemeyeceklerini haykırmışlardı. Onlar da tüm dünyaya kafa tutarcasına, Asiye
evli olduğu halde tekrar kaçmaya karar vermişlerdi. Mustafa Kemal’in çalışmakta
olduğu Çardakbaşı Köyüne kaçarlar. Genç aşıkların kaçış haberini alan aileler
köyü birbirine katarlar ve hemen Jandarmaya ihbarda bulunurlar. Beylikahır
(Beylikova) ve Alpu Jandarma devriyeleri Çardakbaşı Köyünün etrafını sararlar. Köydeki
tüm evleri didik didik ararlar ve genç kaçakları saklandıkları yerde
yakalarlar. Daha birbirlerinin elini tutmadan genç aşıklar için tekrar ayrılık
gözükmüştür. Asiye ailesine teslim edilir, Mustafa Kemal ise hapse atılır. Günler
geçer içlerindeki aşk ateşi sönmek bir yana daha da alevlenir. Ancak Asiye ve
Mustafa Kemal için kavuşma umutları kalmamıştır. Dayısı, Mustafa Kemal’in hapisten
kurtarılması için çok uğraşır. Sonunda cezasını çeken Mustafa Kemal hapisten
çıktıktan sonra köyüne geri döner, ancak Asiye ile arasına kalın duvarlar
çekilmiş, sevdiğinden küçük bir haber bile alamamaktadır.
Asiye’nin
yaşadığı hasret, üzüntü ve gönlüne akıttığı göz yaşları neticesinde hastalanıp
yatağa düşer. Yani dönemin meşhur hastalığı “ince” bir başka tabirle “kara
sevda” hastalığına yakalanmıştır. Gün
geçtikçe eriyor, güçsüzleşiyordu. Artık gözleri açılmıyor, konuşmuyor, yemiyor
ve içmiyordu. Kalbi o kadar yorulmuştu ki, nerede ise duracaktı, duracaktı ama
sanki son kez sevdiğinin kokusunu duymak istiyordu. Artık köyün ileri gelen
kadınları Asiye’nin başında bekliyor, Kur’an okuyor, dualar ediyorlardı.
Asiye’nin başında bekleyen kadınlardan biri dayanamayıp bu kız böyle acı
çekmemeli, can veremiyor diyerek; kocasının olmadığı bir zaman Mustafa Kemal’in ellerini yıkattıkları suyu ve kullandığı mendilini getirtirler. Gelen sudan Asiye’ye bir yudum su içirirler ve mendili yüzüne örterler. Uzun zamandır kendinde olmaksızın yatan Asiye, bir an kendine
gelir “çok şükür” kelimeleri ağzından döküldükten sonra, hayata gözlerini bir daha
açmaksızın kapatır. Asiye için artık veda vaktiydi, sevdiğinin elinden son
suyunu içmiş, mendile sinmiş kokusunu içine çekmişti. Atıp atmama noktasına
gelmiş o yorgun kalbi artık durmuştu. Bir Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi
geride sadece dilden dile dolaşacak o koca aşk öyküsünü bırakarak bu dünyadan
göç etmişti.
Asiye’nin
ölümü sonrası ağıtlar yakıldı, türküler söylendi. 1940 lı yıllarda yaşanan bu
aşk hikayesinin benzeri başka başka memleketlerde de yaşandı. Türküler yakıldı,
tüm ülkeye bu aşk öyküsü anlatıldı. İşte bu türkü de onlar için veya memleketin
başka yerinde kavuşamayan Asiyeler, Asyalar için söylendi.
Aynı yıllarda Diyarbakır
bölgesinde yaşanan benzer aşk hikayesi için mi bu türkü söylenmiş bilinmez ama, Asiye olsun, Asya olsun aşkları her daim dillerden dillere dolaşarak
unutulmayacaktı.
Makaram sarı bağlar lo
Kız söyler gelin ağlar
Niye ben ölmüş müyem lo
Asiye'm (Asya'm) karalar bağlar
O perde o perde
Zülfün yüzüne perde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
Makarada ipliğim lo
Asiye'm (Asya) benim kekliğim
Hiç aklımdan gitmiyor (çıkmıyor)
lo
Tenhalarda gezdiğim (öptüğüm)
O perde o perde
Zülfün yüzüne perde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
Makarada ipliğim
Parmağımda yüksüğüm
Seven seveni almış
Ben Asya'ya (Asiyem'e) eksiğim
O perde o perde
Zülfün yüzüne perde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
Alev alev yangınım
Selvi boyan vurgunum
Gönlümün fenerisin
Üzülme sen Aydın'ım
O perde o perde
Zülfün yüzüne perde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
Sarı gülü derende lo
İnsaf senin nerende
Kabahat sende değil lo
Sana gönül verende
O perde o perde
Zülfün yüzüne perde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
***
Halk arasında söylenen
bağlantı şu şekildedir
Le berde le berde
Keçik desteme berde
Devriyeler sardı da bizi
Meğer kaderim böyle
Selahaddin Mazlumoğlu- Diyarbakır
Mustafa Kemal çok zor günler geçirdi. Sevdiğine
kavuşamamak mı, yoksa sevdiğinin ölümü mü onu çok üzmüştü bilinmez ama her nerede bu
türküyü duysa hüngür hüngür ağladı. Ancak yapacak bir şeyi yoktu. Aşkını kalbinin derinliklerinde yaşamaya
devam etti. Sevdiği kızla bir yuva kuramadı ama köyün başka bir kızıyla
evlenerek güzel bir yuva kurdu, pırıl pırıl çocuklar yetiştirdi. Gün geldi o da
bu hayattan göçüp gitti.
Sevipte
kavuşamayan, ahirete göçmüş tüm aşıklara rahmet diliyoruz.
Adem Ünal
Bu aşk hikayesine şahit olanların
anlatımlarından derlenerek yazılmıştır.